En amansız darbe 12 Eylül 1980
darbesidir. Solu omuzdan kesti. Sol kol diye bir uzuv bırakmadı vücutta.
Bırakın solu yok etmeyi, sol sempatizanların bile nefesini kesti.
En
büyük “Kürtleri inkar etme harekatı” bu darbe sonrası oldu. Astılar, kestiler,
yetmedi, kireç kuyularına gömdüler…
Diyarbakır cezaevini işkencehaneye çevirdiler. Yurdun her yerinde
öncelikle sağcı solcu demeden Kürtler
olmak üzere ; gerçek devrimciler ve solculara olmadık işkenceler uyguladılar…
Ayrıca
bir yığını daha önce uzun uzun anlatıldı zaten… Sözü daha fazla uzatmaya gerek
yok.
26
Aralık 1978 Kahramanmaraş olaylarının birinci
yıldönümüydü. Ankara’nın Elmadağ İlçesi Elmadağ Lisesi’nde müdür
başyardımcısıydım. Bu olayı protesto etmek için alınan karar üzerine o gün ben
dahil bir kısım öğretmen okula gitmedik.
Bir sonraki
gün, boykota katılanları apar topar toplayıp Mamak Dinlenme Tesisleri’ne (!)
(Ankara Mamak Askeri Cezaevi) götürdüler.
Orada
beni, ikinci gün koğuş sorumlusu yaptılar.
Kısa
keseyim…
Koğuşta gariban görünümlü bir adam vardı. Konuşmuyor, sırtını her hangi
bir ranzaya ya da duvara dayayıp
tünüyor. Ellerini dizlerinin üstüne, kafasını da ellerinin üstüne koyuyor, saatlerce öylesine hareketsiz
duruyordu.
Henüz
’80 darbesi olmamıştı.Bizler koğuşta dersler alıyor, seminerler veriyoruz.
Tıpkı okul gibi…Çünkü solcular ayrı koğuşta, sağcılar ayrı koğuştaydılar.
Ne
yazık ki farklı klikteki solcuların bile koğuşları ayrıydı.
Şimdi
esas konumuza dönelim.
Sözünü
ettiğim kişi bir şeyler veriyoruz, yiyor. Hepsi o kadar. Bizler de senaryolar
üretiyoruz. Kendini saflığa vuruyor, polistir, jurnalcidir… diyerek.
Koğuş
sorumlusuyum ya, bir gün bağırdım O’na:
-Sen
kimsin, burada ne işin var,buradaki görevin ne?... diye.
Bunun üzerine 35-40 yaşlarındaki bu adamın ağzından bir cümle çıktı:
-Vellehi bila hak, bila sebep.Ez çıma vıra de me nızanım.
Kendisiyle Kürtçe konuştum. Adam Diyarbakır’da bir köyden kalkmış,iş
bulmak umuduyla Ankara’nın Bala ilçesindeki bir hısımının yanına gidecekmiş.
Ankara eski Terminalinin orada yakalayıp içeri atmışlar.
Periyodik olarak haftada bir bizleri ziyarete gelen avukatlara durumu
anlattım, adını verdim. Dosyasına bakıp yardımcı olmalarını istedim.
İkinci
hafta gelen avukatlara sordum. Aldığım cevap karşısında neye uğradığımı
şaşırdım.
İddianamesinde ne yazıyormuş biliyor musunuz?
Sıkı
durun söylüyorum.
Adamın
iddianamesinde aynen şöyle yazıyormuş:
“Her ne
kadar okuma yazma bilmemesine rağmen, sol içerikli afişlere hararetli hararetli
bakmıştır.”
Adam üç
aydır içerde. Neyse ki avukatlar yardımcı oldular,hem de bizden çok önce
tahliye ettirdiler.
Tahliye
olduğu gün bayağı hüzünlü bir gün olmuştu benim için. Düzenin düzensizliğine
kahretmiş, bolca sövmüştüm.
Güler
misiniz, ağlar mısınız?
Karar sizin.
Dostça
kalın…
RECEP YILMAZ
18 Nisan 2012 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder