13 Nisan 2012 Cuma


                   


 OKURLARIMA BİR KAÇ SÖZ

        Merhaba Dostlar,
        Ben artık bu köşede sık sık Sizlerle olmaya çalışacağım. Bazen politik,  bazen de edebi yazılar yazmaya devam edeceğim. Bazen de şairliğim tutacak, şiir yazmaya çalışacağım.

        ‘’Durup dururken bunları neden yazıyorsun?’’,dediğinizi duyar gibiyim. Bu güveni Sizlerden aldım. Gazetemiz yazı işlerinden aldım. Sağ olun sağ olsunlar. Güvenilmek, beğenilmek, gazetecilik ağzıyla okunmak okunur bir yazar olmak çok güzel bir duygu…
        Her şeyden önce Sizlere şunu hemen belirteyim. ben öyle ahım şahım bir yazar,bir ozan değilim. Ben Diyarbekir sevdalısı bir Diyarbekir’liyim.

        Diyarbekir burnumda tüttüğünde çalakalem içimden geldiği gibi yazar ve o yazdıklarımın redaksiyonunu bile yapmam, ikinci kez okumadan bloğumda yayınlarım. Çünkü  benim amacım usta yazarlık, usta şairlik taslamak değildir. Benim bir tek amacım var: Çocuklara, gençlere, hatta ben yaşta ama Diyarbekir'i dolu dolu yaşayamayanlara ve yaşayamamışlara ; Yedi verenin kokusunu tattırmak ,Hevsel Bağçalarının serinliğini yüzlerinde hissettirmektir.Kırklar Dağında mangal yaktırmak,kırk yılda bir ters aktığı rivayet edilen Dicle Nehrini ,

on gözlü köprünün üstünden seyrettirmektir. Yazın o asfalt kaynatan sıcağında Dıngılhava’da, Merheli’de, ya da Küpeli’de serinletmektir.Ya da şimdi yerinde yeller esen Dağ Kapıdaki Emirgan Çay Bağçasında bir yorgunluk kahvesi ,olmadı Çamlıca Kıraathanesi’nde tavşan kanı bir çay içirtmektir.
        Bilirim yazarlık, şairlik zor zanaattır. Benim amacım  yazılarımda, şiirlerimde tarihinin taşlarında yazılı olduğu Diyarbekir'imi sevenlere, az da olsa merak edenlere dilim döndüğünce bir nebze olsun anlatmaktır. Tabi dününü. Bu gününü içim elvermez anlatmaya…

       Ben o göç almamış, herkesin biribirini tanıdığı, bir büyüğün yanından geçerken  küçüğün izin istediği, karşılaşanların biri birinin halini hatrını sorduğu  Diyarbekir’i anlatacağım. Ben Size eski newrozu, eski yılbaşlarını, eski bayramları anlatacağım. Ben Size eski Diyarbekir’in müftüsü, Rektör Mehmet Özaydın’ın babası, Melle Xelil amcanın sohbetlerini, Meryem Ana Kilisesi Papazı Kirve Aziz Günel ile olan kaynaşmalarını , konuşmalarını anlatacağım. Müslümanların, Hıristiyanların, Ermenilerin yaşam biçimlerini sergilemeye çalışacağım.
       Uzunluğuyla olsun yüksekliğiyle olsun dünyanın ilk ve tek suru Diyarbekir  Surlarıdır. Fırsat buldukça onları yazacağım.Hemen şunu da söyleyeyim; sur ayrı set ayrıdır.Set benim şiirlerim gibi çalakalem yapılmış ; Sur ise 'Yaş otuz beş ' şiiri gibi oya misali işlenmiş, tarihe kafa tutan , dayanıklı, güçlü ve ayağı yere basan eserdir.İşte bu Diyarbekir surlarıdır. Dünyada tektir. Eşi benzeri yoktur.
       Sahi aklıma gelmişken sorayım. Siz hiç Direkxanayı gördünüz mü,Saray Kapısı’ndaki Aslanlı çeşmeden kana kana su içtiniz mi? Akşamları Dicle Nehrinde keleklere binip;  yediğiniz karpuz kabuklarının içine mum koyup, gezdiniz mi?  Şimdi artık tarih olmuş bu keleklerin üzerinde türküler söyleyip halay çektiniz mi?

       Yek mumık ,dü mumık

       Se mumık, çarmumık çarde mumık… diyerek.

       Yaa…
       Dahası mı, dahası var, bir başka güne, bir başka sehere…
       Dostça kalın.
                                                                                               RECEP YILMAZ

Hiç yorum yok: