HARBİYORUM
Recep Yılmaz
Gazeteci/Yazar
recepyilmaz46@gmail.com
recepyilmaz21.blogspot.com
KALABALIKTA YALNIZ KALMAK
Günaydın Türkiye.
Günaydın sevgili okurlarım.
Kalabalıkta yalnızlığın ne olduğunu bilir
misiniz siz?
Ben de yeni öğrendim.
Hem de 38.000 fit yüksekte sevdalısı olduğum
Diyarbekir’den Ankara’ya uçarken.
El bagajlarımızı yerleştirdik. Koltuklarımıza oturduk.
Kemerleri bağladık. Uçak yerden yükselmeye başladı. Bir de Diyarbekir’imi
tepeden seyredeyim dedim.
Demez olaydım.
Gözümden uzaklaştıkça sevdalısı olduğum şehir, için için
içim daralmaya başladı.
Kendime sorular yöneltmeye başladım.
Acaba doğru mu yapıyorum Diyarbekir’den ayrılmakla?
Ayrılma mıydım?
Yaşın kemale ermiş, bir daha gelmeye ömrüm vefa edecek mi?
Sorular beynimde fink atmaya başladı.
Oğlumu bir daha görebilecek miyim?
Her zaman yaptığım gibi bir daha elimi Nazlı gelin Dicle’nin
serin sularına batırabilecek mıydım?
Yüzümü sahipsiz kalmış bazalt taşlarla örülü kadim şehrin
dünyaca tanınan; UNESCO’nun korumaya aldığı ancak kentin resmi ve yerel
yönetiminin ve kentlisinin gözden ırak bıraktığı şehrin surlarına;
Bir daha sürecek,
üzerinde gezinebilecek miyim?
Ya o “Deh Deri Pır”
denilen On Gözlü Köprünün üzerinde, elimde tespihimle kostak kostak
yürüyebilecek miyim?
Kırklar Dağı’nda kültürfizik yapabilecek miyim?
Yeri gelmişken, bazı kendini bilmezin, kentte yaşayanlar
tarafından çok kutsal sayılan bir masa dağı olan Kırklar Dağı üzerinde rant amaçlı inşa ettikleri binaları; aslında
Diyarbekirlilerin karşı koyması gerekirken, Albert Louis Gabriel örneğinde olduğu
gibi büyük bir Diyarbekir severlik ve cesaret örneği göstererek yıktırıp aslına
uygun hale getiren Sevgili Cumali Atilla’yı anmadan geçmek gerçek Diyarbekir
severlere haksızlık olur.
Bu yürekli ve gittiği her yerde görevini büyük bir
sorumlulukla yerine getiren iradeli insana, devlet adamına tekrar teşekkür ediyorum.
Dönelim yazımıza;
Çok küçük bir türbülans bile beni hayallerimden uzaklaştırıyor,
Camdan baktığımda Diyarbekirim, yaşam nedenim gözden
kaybolmuş.
İçimi dayanılmaz bir sıkıntı basıyor. Nefes alamıyorum.
Sanki nefes borumdan aşağı beton dökülmüş.
Gitti gidiyor durumdayım.
Demek benim de kaderim gökyüzündeymiş diyorum. Eşime
hissettirmek istemiyorum.
Farkında olmadan “nefes alamıyorum.” demişim.
Yazımın geri kalanını eşim bana sonradan anlattı.
Su getirmişler.
Yolcular arasında doktor var mı diye anons etmişler.
Yokmuş.
Küçük bir oksijen tüpü getirmişler.
Ben bir defa daha nefes alamıyorum demişim.
İkinci oksijen tüpü beni inene kadar idare etmiş.
Uçak iner inmez bir doktor, bir hemşire beni anlayışlı
yolcuların (az da olsa ) izniyle koridordan geçerek uçaktan ayrılmama yardımcı
olmuşlar. Esenboğa Hava alanı revirine götürmüşler.
Nabız 26 ya 14
Acil müdahaleden sonra hastaneye sevk.
Şimdi tansiyon düşürücülerle sizlere yazmaya çalışıyorum.
Ömrüm izin verirse sizlere yazmaya çalışacağım.
Dilerim bir daha kalabalıklar içinde yalnız kalmam.
&
Bir söz de benden
Allah'tan
korkmayan ama Allah'la korkutanlardan koru beni ya Rabbim.
&
Kirveme öğütler
Kirvem;
Dost ayakkabı gibidir.
İyi seçmezsen,
İki gün sonra arkadan vurur.
&
Ve yazıma
çoğu kez olduğu gibi bir şiirimle son veriyorum.
&
Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar”
yazacaklarıma;
Anzele,
büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.
Diyarbakır
5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.
İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.
Dostça kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder