9 Ağustos 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

BARIŞI ÖZLEYENLERDENİM

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

Tabii ki söylemden ziyade eyleme bakmak lazım.

Tabii ki önemli olan eylemdir.

Tabii ki söylemler eylemlerle uyuşmuyorsa, söylemler suya yazılan yazılar gibi olur…

Ama benim gibi barışa, kardeşliğe, dayanışmaya, özgürlüğe, demokrasiye büyük özlem duyan birileri; sonradan adı Milli dayanışma, kardeşlik ve demokrasi komisyonu olan komisyonun açılış konuşmasında konuşan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuşun konuşmasını dinlerken içinin yağı erir, oh be yav der. Hele hele Komisyonun adını okuyunca ruhu ferahlar, içi açılır, demek güzel şeyler olacak der insanlar.

Sonuçta inşallah kandırıldık demeyiz.

İnşallah Türkiye’nin ve Türkiye insanlarının yüzünde güller açar, gönülleri ferahlar.

Komisyonunun ilk etapta aldığı kararları okuyunca oh be diyesim geliyor.

Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi komisyonunun çalışma usul ve esasları oy birliğiyle kabul edilmiştir.

Oh be…

Komisyon, ülkemizin tarihi bir fırsat yakaladığı bu dönemde, yarınlarımızı şekillendirecek önemli bir sürecin takipçisi olacak,

Oh be…

Barışı kalıcılaştıracaktır.

Oh be…

Kararlar beşte üç çoğunlukla yani nitelikli çoğunlukla alınacaktır.

Oh be…       

Ne olursunuz bunu bana çok görmeyin.

Ben barışı çok ama çok özleyenlerdenim.

En büyük endişem ya hayal kırıklığına uğrarsam

Hayal kırıklığına uğratırlarsa ben gibileri

O zaman ağzım dolu dolu

Yuh be diyeceğim.

Barışı, kardeşliği, özgürlüğü, demokrasiyi biz gibi insanlara, çok görenlere

Yuh olsun diyeceğim.

Bin olmazsa bir eksik olsun demeyeceğim.

On binlerce düşünce suçlusu sayılanlar içeride kalacaklarsa,

Siyasi tutuklular görmezlikten gelinecekse,

Etik kurallar içinde düşüncelerini söyledikleri için tutuklulukları devam edecekse,

Hasta tutuklular arasında ayrım yapılmaya devam edecekse,

Eşit koşullar içinde yaşam devam etmeyecekse,

Sonuç olarak önse insan düsturu baş tacı edilmeyecekse,

Demokrasi savunucuları içeride tutulup genel af bahanesi ile arsız, soysuz, hırsız, ahlaksız serbest bırakılacaksa

Vallahi yuh be derim.

 

                                       &

 

Bir söz de Ahmed Arif’ten

Ne anlımızda bir ayıp,

Ne koltuk altında saklı haçımız,

Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi.

Ahmed ARİF

 

&

 

Kulağa hoş gelen sözler

Düşünmek zor. Bu yüzen çok kişi başkalarını eleştiriyor.

 

&

Kirveme öğütler

Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in dediği gibi, “Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaklardır”

Ne olur bizler böyle olmayalım.

İnsanların beklentilerini kursaklarında bırakmayalım.

 

                                        &

 

Ve yazıma çoğu kez olduğu gibi bir şiirimle son veriyorum.

 

ŞİİR SENSİN

Bana bir şiir yaz diyorsun,
        İçinde ben olayım.
         Zaten sen içimdesin.

         Güle benzet, bülbüle söylet diyorsun,
         Ben zar eden bülbül, sen mis kokan gül değil misin?

         Onurlandır beni diyorsun, yarana merhem olayım,
         Sen zaten başıma taç, gönlüme ilaç değil misin?

         Her taşında ben olayım şiirin diyorsun,
         Demiri ben harcı sensin,
         Çatısı ben temeli sensin,

         Bana bir şiir yaz diyorsun,
         Ben sana ne yazayım gülüm
         Zaten şiirin kendisi sensin,
         Sen şiirlerin en güzelisin.

                                                    &

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

Anzele, büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle. 

Dostça kalın.

2 Ağustos 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

ÖZGÜRLÜK ve BARIŞ…

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

         

Terörsüz Türkiye Komisyonu kuruldu.

Vatana millete hayırlı olsun.

Dilerim ülkenin ve ülkenin insanlarının ihtiyacı olan barışı, eşit ve özgür yaşamı, gerçek kardeşliği ile ilgili gerekli adımların atılmasında önayak olur. Bu dileklerin tahsis edilmesi hususunda gerekli girişimlerde bulunulur.

Ve eğer barıştan, çözümden ve demokratik bir gelecekten söz edeceksek, bu ülkenin en temel gerçeklerinden biri olan siyasi tutsaklar meselesini acilen, geciktirmeden çözüme ulaştırmalıyız.

Tabi bunca siyasi tutukluyu görmezden gelemeyiz.  En kısa çözüm acilen enine boyuna bakmadan, kaşı eğri gözü eğri demeden bir genel af çıkartılmalıdır.

 Öncelikle de siyasi tutuklulara ağır hastalığı, ilerleyen yaşı, engellilik durumu ve 30 yılı aşkın süredir cezaevinde bulunmasına rağmen, birçok mahpusun hâlâ özgürlüğü gasp edilenlere, 30 yılını doldurmasına rağmen, “Ben suç işlemedim ki pişman olayım” dediği için hâlâ cezaevinde tutulanlara, acil çözüm getirilmeli.

Bence en acil ve kısa yolu sadece siyasi tutuklulara genel af ilan edilmeli. On binlerce ananın, babanın, çocukların kadınların tek arzusu budur.

Bu barışın ilk adımı olmalıdır.

Yani “Tüm siyasi tutuklulara özgürlük”

Ha bir de bu kurulun adı da daha güler yüzlü bir hale getirilmelidir.

Ne bileyim örneğin “Barış ve demokrasi” ya da “Barış ve özgürlük” gibi…

Ve bu girişimi içimize sindirmeliyiz.

Kırk yıldır Kürdüyle, Türküyle çektiğimiz yetsin artık.

“Özgürlük ve Barış” Türkiye’nin tüm insanlarının özlemidir. Bu özlemin bir an önce gerçekleşmesi için; tüm partilerin, sivil toplum örgütlerin, dernek ve sivil kuruluşların el ele vermesi gereklidir.

Şu unutulmamalıdır ki “Toplumsal ve kalıcı barışla herkes kazanacak. Emeği geçenler tarih boyunca saygı, gurur ve minnetle anılacak.”

 

Kimse nankörlük etmemelidir.

Dün okudum çok hoşuma gitti;

“Huysuz bir insan düzelebilir,

Cahil bir insan akıllanabilir,

Sinirli bir insan sakinleşebilir,

Ama nankör bir insan asla değişmez.”

Her ne kadar böyle deniliyorsa da ama değişmelidir.  

Değil mi yani.

 

                                       &

 

Bir söz de benden

Her yeni günün umudu için çabalayan emekçi ellere selam olsun...

 

&

Kulağa hoş gelen sözler

Oysa sahnesi gerçek olan tek şey, ölümdü.

Selahattin Demirtaş

 

 

&

Kirveme öğütler

Kirvem;

Şunu akıldan çıkarmamalıyız;

Korumakla görevli olanların yıkmaya çalıştıkları bir devleti hiç kimse kurtaramaz. Platon

 

                                        &

Ve yazıma çoğu kez olduğu gibi bir şiirimle son veriyorum.

      

KİMSE YALNIZ KALMASIN

 

Türküler dinlerdim

Yalnızlık üzerine yakılmış.

Şiirler okurdum,

Yalnızlıktan söz eden.

Şarkılara kulak verirdim,

Yalnızlık üzerine.

Affedersiniz, gülerdim.

Hiç böyle şey olur mu derdim.

Sen misin bunu diyen.

Al sana hem de en alasını.

Bu felek de çok acımasızmış.

Yani, sadece güldüm, ne olmuş.

Bence yaptığı çok ayıp,

Böyle mi yapılır,

Yapayalnız mı bırakılır.

Demek insan yapayalnız kalırmış;

Hem de koca bir metropolde,

Panayırda,

Sergide,

 

Fuarda,

İğne atsan yere düşmez bir yerde,

Yalnız olmak nedir bilir misin?

Seni bilmem ama ben öğrendim.

Yaşadım.

Yalnızlık çok kötü bir şey…

Kimse yalnız kalmasın.

 

                                                    &

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

Anzele, büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle. 

Dostça kalın.

 

 

26 Temmuz 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

HADİ YALAN DEYİN!

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

         Sevgili okuyucularım; sizleri Temmuz’un dayanılmaz bu sıcağında kimin ne yaptığı, ne söylediği, niyetlerinin ne olduğu belli olmayan siyasi haberler ve asılsız yorumlarla meşgul etmek istemiyorum.

         “Terörsüz Türkiye” bahanesi ile herkes bir enstrüman çalıyor.

         Kimisi istemem yan cebime koy,

         Kimisi benim adamımı dışarı bırakırsan katılırım,

         Kimisi siyasi bir yatırıma nasıl dönüştürürüm hesabını yapıyor,

         ‘Kimisi olmaz böyle bir şey’ şarkısını söylüyor,

         Dünyada neler oluyor, bize yansıması ne olabilir diyen var mı?

         Yok.

         Varsa yoksa yan cebime neler koyabilirim çabası…

         Hadi yalan deyin.

         Halkın büyük çoğunluğu da barış için büyük umut besliyor.

         Bekleyip görelim. Daha sonra nasıl vücut bulacağını görüp öyle topa girelim.

         Sizleri bir dipsiz kuyu durumuna düşmüş bu denli siyasi olaylardan biraz uzak tutmak istiyorum.

         Gelelim içimizi birazcık olsun serinletecek bugünkü yazıma,

 

         EİNSTEİN’A SORMUŞLAR;

         Dünyada yaşam nasıldır?

Üst sınıf yaşar,

Orta sınıf şikayet eder,

Alt sınıf şükreder.

         Ya inanç durumu?

Üst sınıf paraya,

Orta sınıf lidere,

Alt sınıf da Tanrıya tapar.

Demiş.

Desene o günden bu güne değişen bir yok.

         Hadi yalan deyin!

 

                                       &

         Bir ülkede içeriden çok dışarıyı dinleyen çok ise o ülkede huzur olmaz.

         Politikacılar; halkın gereksinimlerine göre değil, dışarıdan gelen güvence ve beklentilere göre hareket ederse vay haline ülkenin…

         Hadi yalan deyin!

                                                 &

 

         Huysuz bir insan düzelebilir,

         Cahil bir insan akıllanabilir,

         Sinirli bir insan sakinleşebilir,

         Ama nankör bir insan asla değişmez.

                  Hadi yalan deyin!

                                          &

         Fare kediye kafa tutuyorsa; ya yakınında bir delik ya da etrafında güvendiği bir köpek vardır.

         Hadi yalan deyin!

                                            &

         Sevildiğin yere çok gidip gelme.

         Hadi yalan deyin.

                                                  &

         Karanlık, karanlığı yok edemez; bunu ancak ışık yapabilir. Nefret, nefreti yok edemez; bunu ancak sevgi yapabilir...Martin Luther King

         Hadi yalan deyin.

                                                    &

         Düşünmek zor. Bu yüzden çok kişi başkalarını eleştiriyor.

         Hadi yalan deyin.

                                           &

         İLKOKUL FİŞLERİ

Japonya; Yaşamak için üreteceksin

İngiltere; Geçmişini bilmeyen, geleceğini tayin edemez.

Almanya, Üretimle yaşam disiplinle başlar.

Türkiye, Ali aya bak.

         Hadi yalan deyin.

 

            Sağlıklı ve mutlu, sağlıklı günlere.

 

                                                 &

 

     Ve yazıma çoğu kez olduğu gibi bir şiirle son veriyorum.

Bana gözlerini yurt eyle

Mültecin olayım.

Kendi adına bana kimlik çıkar,

Ben biraz da sen olayım.

          Mehmed UZUN

 

 

                                                    &

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

Anzele, büyük bir balıklı göl haline getirilip, turizme kazandırılsın.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi MÜZEYE dönüştürülsün.

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle. 

Dostça kalın.

 

19 Temmuz 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

 

“JAMAL” SERİNLETİYOR HABERİNİZ OLSUN

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

Önümde mavi bir patiska gibi boylu boyunca durgun bir deniz.

Ortalık yangın yeri misali kavurucu sıcağa teslim olmuş. “Küresel ısınma” dediğimiz şey resmen “benden korkun” demeye başladı.

Bu yangın sıcağına iyi gelecek bir sığınağa ihtiyaç var.

Suyun yerini tutacak ikinci bir sığınak var mı böyle havalarda?

Tam da böyle havalarda bilinçaltı, Emre Altuğ’un “Sıcak, Daha da Sıcak Olacak” şarkısını çağırıyor.

 

Neyse ki eski toprağız.

 

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada güzel bir espriye denk geldim: Sıcaktan bunalmış bir Ankaralı, Adanalıya soruyor, “kardeş bu güneşe ateş etme işini nasıl yapıyorsunuz?”

 

Biliyorsunuz Adana ve sıcak konusunda espriler gırla ama gerçek tarafı da var. Adana’da belediyenin şöyle bir anons yaptığı söylenir:

“Çimlere basmayan, serinlemek için kanalda yüzmeyin, güneşe ateş etmeyin”

 

Çok ilginçtir; bir çöl halkı olan Bedeviler, evrimsel süreç içerisinde yaşadıkları coğrafyaya uyum sağlamak için çok az ter salgılarlar. Bu onların hem su ihtiyacını asgariye indirmelerini, hem de çöl sıcağına uyum sağlamalarını kolaylaştırır.

 

Ben kendi adıma serinlemenin güzel bir yolunu buldum: Bir kilo limon, bir tutam nane… Şaka, şaka öyle bir şey değil. Bundan daha etkili bir yol buldum adı “Jamal

Selahattin Demirtaş’ın son kitabı

Bir göz atayım derken bir çırpıda sayfaları tükettim. Kitabı elimden düşüremedim.

 

Denizi, serinlemeyi, soğuk su, buz gibi limonata, hepsini unutturdu “Jamal”

 

Okumaya başlayıp bitirmeniz arasında aslında yılları tüketiyor, saatler içerisinde uzun yılları bulan yaşamları geride bırakıyorsunuz.

Betimlemeler tam anlamıyla usta işi… Örnekler gündelik yaşamla, realiteyle ne güzel ilişkilendirilmiş.

Kimi zaman duygusallık tavan yapıyor, gözlerin doluyor, ağlamaklı oluyorsun; kimi zaman gerçek yaşamın dibine iniyor, çöpten ekmek çıkarıp yiyor, kimi zaman da dost edindiğin köpeğinle paylaşıyorsun…

Son yılların moda deyimiyle fazla “spoiler” vermek doğru olmaz. Kitaba ilişkin verdiğimiz içerik aramızda kalsın

Bence bu kitabı okumayan çok şey kaybeder.

Aşk var ama çok farklı olanı.

Duygusallık var ama göz yaşartanı.

Yoksulluk var ama dibe vuranı.

Zenginlik var ama tavan yapanı.

Özetle JAMAL Selahattin Demirtaş’ın ilk ustalık eseri.

Selo Başkanı daha iyi tanımak, daha iyi anlamak için mutlaka okunması gereken bir kitap…

 

Bir yandan kitabı, bir yandan da hayatımızın her noktasını kontrol eden baskıları düşünüyorum: Bu iktidar insanları ya kimyager, ya avukat, ya şair ya da yazar yapıyor.

 

Can Yücel Deniz Gezmiş’e adadığı “Mare Nostrum*” şiirinin son dizesinde;

 

“Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun”

 

Yaşımdan cesaret alarak ben de;  aşk olsun Selo başkan, Edirne cezaevinin betonlarını delen köklerini nasıl da bizlere ulaştırmayı başarıyorsun, diyor ve yazımı sevgili başkanın kitaptaki sözüyle bitirmek istiyorum;

"Sokak özgürlüktür, özgürlük sokaktadır."

 

                                     &

 

YA GÖKLERE ÇIKARIYOR YA DA DİBE VURUYORUZ

Köşe yazılarını okuyorum, gazetelere göz atıyorum, televizyon izliyorum; şaşırıyorum.

Bizde ak çok, kara çok ama gri yok.

Halbuki grinin bile onlarca tonu var.

 Tarihi kişilikler için hep iki seçeneğimiz oluyor:

- Ya “kahraman” diyoruz ya da “hain”.

- Ya “büyük adam” diyoruz ya da “büyük katil”.

- Ya “devleştiriyoruz” ya da “cüceleştiriyoruz”.

- Ya “çok seviyoruz” ya da “çok nefret ediyoruz”.

Allah aşkına bu olacak iş mi?

Ama ne yazık ki gerçek bu.

 

Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle,

Dostça kalın.