13 Aralık 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

Türkiye nereye gidiyor?

Bu soruyu artık sadece aklımla değil, yüreğimin tam orta yerinde duyduğum bir sızıyla soruyorum.

Türkiye nereye gidiyor?

Çünkü bu ülkenin yarını sadece politik tartışmaların değil; çocukların gözlerindeki umutların, yaşlıların yorgun bakışlarının, gençlerin derin iç çekişlerinin meselesi hâline geldi.

Barış olsun deniliyor;

Bir yanda sevinç gözyaşları,

Bir yada kıyametler kopuyor.

 

Sokaklar değişti…

Bir zamanlar sabahın erken saatlerinde bile canlı olan şehirler şimdi aynı kalabalığın içinde daha sessiz, daha dalgın. İnsanlar konuşuyor ama gülmüyor; gülümseyenler de çabuk yoruluyor.

Bu yetmiyor; Ekonominin ağırlığı, bir taş gibi toplumun omuzlarına bırakılmış durumda. Pazardan eli boş dönen bir annenin sessiz adımlarında, emekli bir babanın cebinde kalan son parayı sayarken ki mahcubiyetinde saklı aslında bu ülkenin sorusu:

Türkiye nereye gidiyor?

 

Siyaset ise artık evlerin salonlarında izlenen bir tiyatro oyunu gibi. Replikler değişiyor ama sahne aynı. Umut veren cümlelerin yerini içimizi geren bir belirsizlik aldı. Hâlâ “her şey düzelecek” deniyor ama kimse bunun ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyor.

Hatta kimse inanmıyor.

Beklentiler yoruldu, sabır inceldi.

En çok da gençler yaralıyor insanı…

Gözlerinde taşıdıkları ışık sanki rüzgârın estiği her yerde titriyor. Bir bavula sığdırdıkları hayallerle başka ülkelere gitmek istiyorlar. Arkalarında bıraktıkları ise sadece aileleri değil; bu topraklarda kök salmış anılar, sesler, kokular… Bir ülke için bundan daha acı bir şey olabilir mi?

Gençler, gidenler, gidecekler;

Ahmet Kaya, Yılmaz Güney neden öldüler dersiniz?

Alışılmış deyişle;

 “Vatan Hasretinden.”

“Halkına olan özlemlerinden.”

 

Doğu’nun yalnızlığı, Batı’nın huzursuzluğu, büyük şehirlerin kalabalık içindeki ıssızlığı derken, toplumun içindeki bağlar da inceliyor. İnsanlar birbirine daha az güveniyor, daha az sarılıyor. Oysa bu ülke, zor günleri ancak dayanışmayla aşabilmiş bir ülkeydi; Kürdüyle, Türküyle.

 

Türkiye nereye gidiyor?

Belki de bu sorunun en ağır tarafı, cevabın kimsenin elinde olmaması. Çünkü ülke artık sadece politikacıların değil; yüreği kırılanların, umudu azalanların, adaleti bekleyenlerin, huzuru arayanların da omuzlarında.

Ama yine de…

Bu topraklarda her şey tükenmiş gibi görünse de, dipten gelen bir iyileşme isteği var.

Artık yeter barış gelsin.

Bir sabah güneş doğduğunda her şeyin biraz daha iyi olmasını dileyen sessiz bir kalabalık var. Bu kalabalık belki sesini duyuramıyor, belki örgütlenemiyor ama içlerinde hâlâ kıpırdayan bir umut taşıyor.

Artık yeter barış gelsin.

Türkiye nereye gidiyor?

Cevap belki de şurada gizli:

Eğer biz yüreğimizi karartmazsak, bu ülke de karanlığa teslim olmayacak. Yeter ki birbirimizi yeniden hatırlayalım… Yeniden sarılalım… Yeniden güvenelim; Kürt ayrı, Türk ayrı demeyelim.

Çünkü Türkiye, hâlâ bu insanların yüreğinde yaşayan bir ülke.

 

Kulak vermeye değer bir söz

Totaliter rejimler; tabanlarını ahlaksızlaştırarak kendi suçlarına ortak ederler.

Hannah Arentd

 

                                       &

Kirveme öğütler

Kirvem bunu hiç aklından çıkarma;

 “Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde, kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar”

Maurice Duaverger

 

                                       &

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

 

“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”

“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ OLSUN.

“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”

 “ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI OLSUN.”

Daha da önemlisi;

YAKIP YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR BİÇİMDE YAPILSIN. 

 

 İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

 

 

 

 

6 Aralık 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

HER ŞEYE RAĞMEN 

BARIŞ GE LE CEK

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

Diyarbekir’i biraz öteye bırakarak günümüze dönelim.

Halk Barış İsterken, Barışı Engelleyen Güçler Neden Bu Kadar Dirençli?

Türkiye’de yıllardır süren çatışmalı atmosfer artık toplumun bütün damarlarını yordu. Bu ülkede hangi haneye gitseniz, barışa dair sessiz ama derin bir özlem görürsünüz. Anneler, babalar, gençler… Hiçbiri artık ölüm haberleri duymak istemiyor.

Cenaze gömmekten bıktılar.

Gözlerde yaş kalmadı. Ağlayamıyorlar bile.

Halkların ortak isteği çok net: 

Barış olsun. Hem de köklü, gerçek bir barış.

Ancak ne acıdır ki, barışı isteyenler çoğalmasına rağmen barışı engelleyen güçler hâlâ çok güçlü, çok örgütlü ve çok etkili. Çünkü bu sadece iç politikayı ilgilendiren bir mesele değil; bölgesel güç mücadeleleriyle, uluslararası hesaplarla, ekonomik çıkarlarla örülü bir yapıya dönüşmüş durumda.

Savaş; içte ve dışta baronların ilk ve tek tercihleri…

PKK meselesi, uzun zamandır Türkiye’nin sınırlarını aşmış; Suriye’den Irak’a, oradan küresel başkentlere uzanan bir fay hattına dönüştürülmüş halde. Bu örgüt, bazı aktörler için bir baskı aracı, bazıları için bir bölgesel kart, bazıları için ise pazarlık masasında bir koz haline getirilmiş durumda. Dolayısıyla çatışmanın sürmesi, kimi devletlerin etkisini artırıyor; kimi yapıların siyasal ve askeri meşruiyetini pekiştiriyor; kimi ekonomik çevrelerin ise çıkarlarını büyütüyor.

İşin daha üzücü yanı, içeride de aynı tabloyu besleyen bir yapı olması.

Güvenlik politikalarından güç devşirenler, çatışmayı seçim dönemlerinde bir propaganda aracına dönüştürenler, bölgede “sürekli gerilimden” kazanç sağlayan ekonomik çevreler…

Barış, bu yapıların güç alanını daraltıyor. Bu yüzden barışın önündeki direnç, halkın talebinden çok daha örgütlü.

Halkın barış talebi güçlüdür; ancak ne yazık ki henüz örgütlü değildir. Sessiz ve dağınıktır.

Halkın tavrının barıştan yana olduğu doğru; ancak bu tavrın daha güçlü ve daha organize olması gerekir. Ne yazık ki tam anlamıyla organize olmuş, tek yürek, tek sese dönüşmüş bir barış talebinden söz etmek aşırı iyimserlik olur.

Türkiye halkının genlerindeki militarist dokular, henüz barışın kendi mecrasında yeşermesini sağlayacak kıvamda değil. Barış cesaret ister ama onun çok daha ötesinde bilinçli olmayı gerektirir.

Bugün halkın yükselen barış talebinin, yarın hamasetli ve coşkulu retoriklerle manipüle edilmesi riski ortada duruyor. Sürecin yön değiştirmesi iki nutuk, üç provokasyon, az harlı ateşte kabartılmış ve soslanmış duygulara bağlıdır.

Bu yüzden barışı engelleyenlerin gücü dar bir çevrede toplansa da daha organize ve daha stratejiktir. Bugün yaşadığımız çıkmaz tam da buradan doğuyor.

O nedenle barış süreçleri kırılgandır. 

O bedenle Devlet Bahçeli’nin start verdiği ve Erdoğan’ın “bakalım ne olacak” kıvamında desteklediği barış, mum ışığı gibi titreyip duruyor.

Her şey rağmen enseyi karartmamak gerekir.

Yeri geldiğinde halkın talebi, en sert güç dengelerinden bile daha dayanıklıdır. Zaman değiştiğinde, siyaset değiştiğinde, ekonomi zorlandığında, uluslararası dengeler yeniden kurulduğunda bugün barışı engelleyen güçlerin hepsi bir anda “yeni pozisyonlar” almaya başlar. Çünkü onların sadakati ilkeye değil, çıkara dayanır.

Belki bugün barış zor görünüyor. Engeller güçlü, direnç yüksek. Ama halkın talebi diri ve kalıcı görünüyor.
Ve eninde sonunda her ülkede olduğu gibi, bu ülkede de barışın kapısını açacak olan yine o sessiz ama büyük çoğunluktur.

Barış, halkın hakkıdır.
         Ve hiçbir çıkar ağı bu hakkı sonsuza kadar erteleyemez.

Şu iyi bilinmelidir ki “Her şeye rağmen barış gelecek.” Yakındır.

Ha gayret barışseverler.

 

 

 

 

&

  Biraz gülelim isterseniz

Kadınlar neden hep erkekler için yemek yapar sorusuna,

Erkek,

Çünkü beslenmek mahkûmların yasal hakkıdır,

Dlye cevap verir.

 

&

 

Kirveme öğütler;
         Kirvem, hani derlerdi ya "En iyi Kürt ölü Kürt"tür." Aylan Kurt'un cesedine yapılanları görünce Kürt'ün artık ölüsü bile iyi kategorisine konulmuyor, anlaşılan. 
          Bu vahşet bir gün son bulacak kirvem.
          Yakındır, sanırım.

 

&

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

 

“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”

“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ OLSUN.

“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”

 “ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI OLSUN.”

Daha da önemlisi;

YAKIP YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR BİÇİMDE YAPILSIN. 

 

 İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

 

 

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

HER ŞEYE RAĞMEN 

BARIŞ GE LE CEK

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

Diyarbekir’i biraz öteye bırakarak günümüze dönelim.

Halk Barış İsterken, Barışı Engelleyen Güçler Neden Bu Kadar Dirençli?

Türkiye’de yıllardır süren çatışmalı atmosfer artık toplumun bütün damarlarını yordu. Bu ülkede hangi haneye gitseniz, barışa dair sessiz ama derin bir özlem görürsünüz. Anneler, babalar, gençler… Hiçbiri artık ölüm haberleri duymak istemiyor.

Cenaze gömmekten bıktılar.

Gözlerde yaş kalmadı. Ağlayamıyorlar bile.

Halkların ortak isteği çok net: 

Barış olsun. Hem de köklü, gerçek bir barış.

Ancak ne acıdır ki, barışı isteyenler çoğalmasına rağmen barışı engelleyen güçler hâlâ çok güçlü, çok örgütlü ve çok etkili. Çünkü bu sadece iç politikayı ilgilendiren bir mesele değil; bölgesel güç mücadeleleriyle, uluslararası hesaplarla, ekonomik çıkarlarla örülü bir yapıya dönüşmüş durumda.

Savaş; içte ve dışta baronların ilk ve tek tercihleri…

PKK meselesi, uzun zamandır Türkiye’nin sınırlarını aşmış; Suriye’den Irak’a, oradan küresel başkentlere uzanan bir fay hattına dönüştürülmüş halde. Bu örgüt, bazı aktörler için bir baskı aracı, bazıları için bir bölgesel kart, bazıları için ise pazarlık masasında bir koz haline getirilmiş durumda. Dolayısıyla çatışmanın sürmesi, kimi devletlerin etkisini artırıyor; kimi yapıların siyasal ve askeri meşruiyetini pekiştiriyor; kimi ekonomik çevrelerin ise çıkarlarını büyütüyor.

İşin daha üzücü yanı, içeride de aynı tabloyu besleyen bir yapı olması.

Güvenlik politikalarından güç devşirenler, çatışmayı seçim dönemlerinde bir propaganda aracına dönüştürenler, bölgede “sürekli gerilimden” kazanç sağlayan ekonomik çevreler…

Barış, bu yapıların güç alanını daraltıyor. Bu yüzden barışın önündeki direnç, halkın talebinden çok daha örgütlü.

Halkın barış talebi güçlüdür; ancak ne yazık ki henüz örgütlü değildir. Sessiz ve dağınıktır.

Halkın tavrının barıştan yana olduğu doğru; ancak bu tavrın daha güçlü ve daha organize olması gerekir. Ne yazık ki tam anlamıyla organize olmuş, tek yürek, tek sese dönüşmüş bir barış talebinden söz etmek aşırı iyimserlik olur.

Türkiye halkının genlerindeki militarist dokular, henüz barışın kendi mecrasında yeşermesini sağlayacak kıvamda değil. Barış cesaret ister ama onun çok daha ötesinde bilinçli olmayı gerektirir.

Bugün halkın yükselen barış talebinin, yarın hamasetli ve coşkulu retoriklerle manipüle edilmesi riski ortada duruyor. Sürecin yön değiştirmesi iki nutuk, üç provokasyon, az harlı ateşte kabartılmış ve soslanmış duygulara bağlıdır.

Bu yüzden barışı engelleyenlerin gücü dar bir çevrede toplansa da daha organize ve daha stratejiktir. Bugün yaşadığımız çıkmaz tam da buradan doğuyor.

O nedenle barış süreçleri kırılgandır. 

O bedenle Devlet Bahçeli’nin start verdiği ve Erdoğan’ın “bakalım ne olacak” kıvamında desteklediği barış, mum ışığı gibi titreyip duruyor.

Her şey rağmen enseyi karartmamak gerekir.

Yeri geldiğinde halkın talebi, en sert güç dengelerinden bile daha dayanıklıdır. Zaman değiştiğinde, siyaset değiştiğinde, ekonomi zorlandığında, uluslararası dengeler yeniden kurulduğunda bugün barışı engelleyen güçlerin hepsi bir anda “yeni pozisyonlar” almaya başlar. Çünkü onların sadakati ilkeye değil, çıkara dayanır.

Belki bugün barış zor görünüyor. Engeller güçlü, direnç yüksek. Ama halkın talebi diri ve kalıcı görünüyor.
Ve eninde sonunda her ülkede olduğu gibi, bu ülkede de barışın kapısını açacak olan yine o sessiz ama büyük çoğunluktur.

Barış, halkın hakkıdır.
         Ve hiçbir çıkar ağı bu hakkı sonsuza kadar erteleyemez.

Şu iyi bilinmelidir ki “Her şeye rağmen barış gelecek.” Yakındır.

Ha gayret barışseverler.

 

 

 

 

&

  Biraz gülelim isterseniz

Kadınlar neden hep erkekler için yemek yapar sorusuna,

Erkek,

Çünkü beslenmek mahkûmların yasal hakkıdır,

Dlye cevap verir.

 

&

 

Kirveme öğütler;
         Kirvem, hani derlerdi ya "En iyi Kürt ölü Kürt"tür." Aylan Kurt'un cesedine yapılanları görünce Kürt'ün artık ölüsü bile iyi kategorisine konulmuyor, anlaşılan. 
          Bu vahşet bir gün son bulacak kirvem.
          Yakındır, sanırım.

 

&

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

 

“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”

“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ OLSUN.

“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”

 “ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI OLSUN.”

Daha da önemlisi;

YAKIP YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR BİÇİMDE YAPILSIN. 

 

 İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

 

 

29 Kasım 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

DİYARBEKİR:

TARİHİ VAR, TURİZMİ VAR…

PEKİ YA SAHİP ÇIKAN?

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

  Ben yazmaktan bıkmayacağım. Ta ki yerel basın, Sivil Toplum Örgütleri, isimlerinin başına Diyarbakır adını koyarak piyasada dolaşan dernekler akıllarını başlarına toplayıp Diyarbekir’ime sahip çıkana kadar gezip gördüklerimi yazacağım.

Ve yazıyorum;

Diyarbakır, binlerce yıllık bir tarihin ağır yükünü sırtında taşıyan bir şehir. Ne var ki bu kadim şehir, en çok da sahipsizliğiyle konuşuluyor. Taşların hafızası var, surların dili var; ama bu kente sahip çıkan bir irade var mı, işte orası meçhul.

Bence yok!

UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş surlarımızdan söz ediyoruz. Dünyada Çin Seddi’nden sonra en uzun savunma hattına sahip olan bir şehirden… Bu devasa miras, turizmin lokomotifi olması gerekirken, hâlâ yeterince değerlendirilemiyor. Tanıtımı yetersiz, restorasyonları tartışmalı, zaman kaderine terk edilmiş ve yeterince korunmaz bir halde. Bir dünya mirasını böyle mi geleceğe taşıyacağız?

Hadi söyleyin.

Hewsel Bahçeleri…

Binlerce yıldır Dicle’nin bereketini Diyarbakır’a sunan bu eşsiz alan, bugün modern yapılaşmanın, plansızlığın ve ilgisizliğin kıskacında. Bu bereketli topraklarda ekolojik bir hazine duruyor; ama yönetenlerin dikkatini çekmek için adeta haykırmak zorunda kalıyor.

Dicle Üniversitesinin kurumsal kimliği dışında, kendi inisiyatifleriyle ses yükselten akademisyenler ve hocalar haricinde pek haykıran da yok.

Oysa bu bahçeler birçok ülkede olsa, ulusal gurur kaynağı olarak korunur, turizmin merkezine yerleştirilirdi.

Ulu Camii, Sülüklü Han, hanlar, kiliseler, köprüler… Bunlar sıradan bir şehrin değil; bir kültür başkentinin simgeleri. Ama bugünkü tabloya bakınca bu değerlerin ağırlığını kavrayacak bir vizyon göremiyoruz.

 

        Özellikle Diyarbakır surlarının o bildiğimiz kalkan balığını andıran şeklini de çok kullanamıyoruz. Bir kadının boynunda ışıldayan değerli taşlar gibi, kalkan balığı şekli şehre elegant bir görünüm sağlayabilir. Ama bunun için öncelikle surların gece de görünür olmasını sağlamak için ışıklandırmak gerekir. Ayrıca ışıklandırma meselesi lüks değil zorunluluktur; çünkü hava karardıktan sonra surların silueti kayboluyor ve görünür olmaktan çıkıyor. Bu karanlık beraberinde güvenlik sorunu da getiriyor. Belli bir saatten sonra surlara yaklaşmanın riski de ayrı bir konu.

Turist geliyor mu? Evet geliyor. Ama gelen turist de çoğu zaman şehrin potansiyelinin ancak küçük bir kısmını görebiliyor. Çünkü tanıtım doğru değil, ulaşım zayıf, yatırım yetersiz ve yukarıda dediğim gibi ışıklandırma yetersiz. Bir de şöyle bir tezat var. Şehrin modern yüzü olan Diclekent ışıl ışıl iken, tarihi doku üzerine, akşam oldu mu tam anlamıyla karanlık çöküyor.

Yol yok!

Daha acısı şu: Diyarbakır sadece tarihini değil, geleceğini de kaybediyor. Yeni keşfedilen Zerzevan Kalesi ve Mithras Tapınağı, dünya basınının ilgisini çekerken biz hâlâ bu fırsatları nasıl değerlendireceğimizi tartışamıyoruz bile. Şehir kendi potansiyelinin gerisinde bırakılıyor; hem de bile isteye…

Oysa Diyarbakır’ın turizmde yükseleceği gün, sadece ekonomik kazancın değil, önyargıların da kırılacağı gün olacak. Bu şehir anlatıldıkça değil, sahip çıkıldıkça değerlenir. Ama ne yazık ki yıllardır gördüğümüz şey, sahip çıkmak yerine ihmal etmek.

Ekonomik büyümenin birinci şartı, güçlü bir ulaşım alt yapısıdır. Karayolu taşımacılığı da aktarmasız, güvenli, esnek, hızlı ve kolay ulaşımın vazgeçilmezidir.

Bizde var mı?

Yok.

Evet, Diyarbakır’ın tarihi büyük. Ama sorun şu: Bu büyüklüğü koruyacak ve geleceğe taşıyacak bir irade var mı? Yoksa bu kadim şehir yine kendi kaderine mi terk edilecek?

Görülen o…

Yalan mı?

                                       &

 

Kirveme öğütler;

Kirvem şu unutulmamalı,  uzun süre mağdur olan,  masum kalamaz.

 

                                            &

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

 

“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”

“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ OLSUN.

“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”

 “ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI OLSUN.”

Daha da önemlisi;

YAKIP YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR BİÇİMDE YAPILSIN. 

 

 İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.

Dostça kalın.

22 Kasım 2025 Cumartesi

 

HARBİYORUM           

Recep Yılmaz

Gazeteci/Yazar

recepyilmaz46@gmail.com

recepyilmaz21.blogspot.com

 

DİYARBEKİR’İ SAHİPLENMEK ŞEREFLENMEKTİR

 

Günaydın Türkiye.

Günaydın sevgili okurlarım.

 

Yine gazetem Güneydoğu Ekspres Gazetesinde beni mutlu eden, demek Diyarbekir’ime sahip çıkan birileri var dedirten bir haber okudum.

Öncelikle Diyarbakır Müzesi Müdürü Müjdat Gizligöl’e bu görüş ve Diyarbekir’e duyduğu bu güzel duygu ve düşüncelerinden, çabalarından dolayı gönülden teşekkür ediyorum.

Ayrıca bu haberi hazırlayan sevgili muhabirimiz Güneş OCAĞA’ya ve Gazetem Güneydoğu Ekspres Gazetesine de şükranlarımı sunuyorum.

Çünkü böyle haberlere hasretim.

Yazıyı daha iyi anlamak için bilhassa ÖREN YERİ’nin neresi olduğuna değinmekte yarar var.

ÖREN YERİ

Ören yeri, geçmişte yaşamış medeniyetlerin izlerini taşıyan ve arkeolojik kazılarla gün yüzüne çıkarılan alanlardır. Bu yerler, eski yapıların, şehir kalıntılarının, tapınakların, evlerin ve mezarların yanı sıra, günlük yaşamın izlerini taşıyan çeşitli eserlerle doludur.

Gelelim o mutlu edici habere; virgülüne bile dokunmadan siz sevgili okuyucularıma aktarıyorum.

Gazetemiz Güneydoğu Ekspres’e konuşan Diyarbakır Müzesi Müdürü Müjdat Gizligöl, kentin binlerce yıllık geçmişine rağmen müze ve ören yeri sayısının potansiyelinin çok gerisinde olduğunu belirterek, “Diyarbakır’ın müze ve ören yeri sayısını derhal 21’e çıkarmalıyız” çağrısında bulundu.

“DİYARBAKIR EN ESKİ VE EN ÖZEL ŞEHİRLERİNDEN BİRİ”

Diyarbakır’ın tarih boyunca en az 77 medeniyete ev sahipliği yaptığını hatırlatan Gizligöl, şehrin sahip olduğu dini, kültürel ve arkeolojik mirasın dünyada eşi benzeri olmadığını vurgulayarak, şunları ifade etti:

“Rivayetlere göre Hz. Adem’in Kırklar Dağı’na indiği söylenir. Hz. Elyasa, Hz. Zülkifl ve Cercis Peygamber’in mezarları; Hz. Yunus ve Hz. Enüş’ün makamları ile 27 sahabenin mezarları burada bulunur. Dünyanın ilk oyun taşları, ilk logo, ilk ev maketi, ilk mumya ve ilk acı toplayıcı yaşam alanı bu topraklarda ortaya çıkmıştır.”

MEVCUT DURUM: 6 MÜZE, 1 ÖRENYERİ

Gizligöl, Diyarbakır’da halihazırda 5 devlet müzesi, 1 özel müze ve 1 örenyeri bulunduğunu, yapımı süren Diyarbakır Cezaevi Anı Müzesi ile birlikte bu sayının gelecek yıl 8’e çıkacağını söyledi. Ancak mevcut durumun kentin potansiyelini yansıtmadığını ifade eden Gizligöl, “Türkiye’de 217 devlet müzesi, 146 örenyeri ve 439 özel müze var. Diyarbakır gibi binlerce yıllık bir kent için bu rakamlar çok düşük” dedi.

ÖRENYERİ OLMASI GEREKEN ALANLAR

Gizligöl, tescillenmesi halinde Diyarbakır’ın ören yeri sayısının hızla artacağını belirtti ve potansiyel alanları şöyle sıraladı: “Bunlar; Zerzevan Kalesi, Eğil Kalesi, Çayönü Tepesi, Hassuni Mağaraları. Bu yerlerin ören yeri ilan edilmesi durumunda sayı 12’ye yükselmiş olacak.”

“ÖZEL MÜZE SAYISI KESİNLİKLE ARTIRILMALI”

Gizligöl, Türkiye’de birçok şehirde tematik müzelerin açıldığını hatırlatarak, Diyarbakır’ın bu konuda geri kaldığını vurguladı. Gizligöl, “Antep’te Baklava, Fıstık ve Hamam müzeleri var. Zonguldak’ta Kömür Müzesi, Kars’ta Peynir Müzesi, Çanakkale’de Yoğurt Müzesi bulunuyor. Oysa Diyarbakır’da kadayıf, ciğer, peynir ve bakır gibi kente özgü değerlerin müzesi yok. Oysa şehrin adı bile bakırdan gelir ama Bakır Müzesi yok” diye konuştu.

ACİL AÇILMASI GEREKEN DEVLET VE ÖZEL MÜZELER

Gizligöl, önerdiği öncelikli müzeleri ise şöyle sıraladı: “Fetih Müzesi, Etnografya Müzesi, Kent Müzesi, Diyarbakır Surları Müzesi, Peynir Müzesi, Ciğer ve Kadayıf Müzesi, Bakır Müzesi. Bu müzelerin tamamlanmasıyla Diyarbakır’daki müze ve ören yeri sayısı 21’e ulaşacak.”

“MÜZELER ŞEHRİN HAFIZASI VE RUHUDUR”

Gizligöl, müzelerin sadece sergileme alanları değil, bir şehrin kimliğini yansıtan hafıza mekânları olduğunu şöyle dile getirdi:
         “Müzeler; kültürel mirası korur, eğitimin bir parçasıdır, turizmi canlandırır, şehrin ekonomik ve sosyal gelişimine katkı sağlar. Diyarbakır turizmde rekabet etmek istiyorsa müze ve ören yeri sayısını artırmak zorundadır.”

GİZLİGÖL’DEN ÇAĞRI

Sivil toplum kuruluşlarına, odalara, belediyelere ve varlıklı iş insanlarına çağrı yapan Gizligöl, Diyarbakır’da özellikle Antep kadar özel müze açılması gerektiğini söyledi.

Bu duygularımı dile getiren bir anlamda Diyarbekir’e sahip çıkan Diyarbakır Müzesi Müdürü Müjdat Gizligöl’e yanındayım, duyurmak istediğin bir şey olursa gazetem ve köşem sana ardına kadar açıktır demek isterim.

 

                                            &

 

Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar” yazacaklarıma;    

 

“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”

“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ OLSUN.

“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”

 “ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI OLSUN.”

Daha da önemlisi;

YAKIP YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR BİÇİMDE YAPILSIN. 

 

 İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle.