HARBİYORUM
Recep Yılmaz
Gazeteci/Yazar
recepyilmaz46@gmail.com
recepyilmaz21.blogspot.com
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
Günaydın Türkiye.
Günaydın sevgili okurlarım.
Türkiye
nereye gidiyor?
Bu
soruyu artık sadece aklımla değil, yüreğimin tam orta yerinde duyduğum bir
sızıyla soruyorum.
Türkiye
nereye gidiyor?
Çünkü
bu ülkenin yarını sadece politik tartışmaların değil; çocukların gözlerindeki
umutların, yaşlıların yorgun bakışlarının, gençlerin derin iç çekişlerinin
meselesi hâline geldi.
Barış
olsun deniliyor;
Bir
yanda sevinç gözyaşları,
Bir
yada kıyametler kopuyor.
Sokaklar
değişti…
Bir
zamanlar sabahın erken saatlerinde bile canlı olan şehirler şimdi aynı
kalabalığın içinde daha sessiz, daha dalgın. İnsanlar konuşuyor ama gülmüyor;
gülümseyenler de çabuk yoruluyor.
Bu
yetmiyor; Ekonominin ağırlığı, bir taş gibi toplumun omuzlarına bırakılmış
durumda. Pazardan eli boş dönen bir annenin sessiz adımlarında, emekli bir
babanın cebinde kalan son parayı sayarken ki mahcubiyetinde saklı aslında bu
ülkenin sorusu:
Türkiye nereye gidiyor?
Siyaset
ise artık evlerin salonlarında izlenen bir tiyatro oyunu gibi. Replikler
değişiyor ama sahne aynı. Umut veren cümlelerin yerini içimizi geren bir belirsizlik
aldı. Hâlâ “her şey düzelecek”
deniyor ama kimse bunun ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyor.
Hatta
kimse inanmıyor.
Beklentiler
yoruldu, sabır inceldi.
En
çok da gençler yaralıyor insanı…
Gözlerinde
taşıdıkları ışık sanki rüzgârın estiği her yerde titriyor. Bir bavula
sığdırdıkları hayallerle başka ülkelere gitmek istiyorlar. Arkalarında
bıraktıkları ise sadece aileleri değil; bu topraklarda kök salmış anılar,
sesler, kokular… Bir ülke için bundan daha acı bir şey olabilir mi?
Gençler,
gidenler, gidecekler;
Ahmet
Kaya, Yılmaz Güney neden öldüler dersiniz?
Alışılmış
deyişle;
“Vatan Hasretinden.”
“Halkına olan özlemlerinden.”
Doğu’nun
yalnızlığı, Batı’nın huzursuzluğu, büyük şehirlerin kalabalık içindeki
ıssızlığı derken, toplumun içindeki bağlar da inceliyor. İnsanlar birbirine
daha az güveniyor, daha az sarılıyor. Oysa bu ülke, zor günleri ancak dayanışmayla
aşabilmiş bir ülkeydi; Kürdüyle, Türküyle.
Türkiye
nereye gidiyor?
Belki
de bu sorunun en ağır tarafı, cevabın kimsenin elinde olmaması. Çünkü ülke
artık sadece politikacıların değil; yüreği kırılanların, umudu azalanların,
adaleti bekleyenlerin, huzuru arayanların da omuzlarında.
Ama
yine de…
Bu
topraklarda her şey tükenmiş gibi görünse de, dipten gelen bir iyileşme isteği
var.
Artık
yeter barış gelsin.
Bir
sabah güneş doğduğunda her şeyin biraz daha iyi olmasını dileyen sessiz bir
kalabalık var. Bu kalabalık belki sesini duyuramıyor, belki örgütlenemiyor ama
içlerinde hâlâ kıpırdayan bir umut taşıyor.
Artık
yeter barış gelsin.
Türkiye
nereye gidiyor?
Cevap
belki de şurada gizli:
Eğer
biz yüreğimizi karartmazsak, bu ülke de karanlığa teslim olmayacak. Yeter ki
birbirimizi yeniden hatırlayalım… Yeniden sarılalım… Yeniden güvenelim; Kürt
ayrı, Türk ayrı demeyelim.
Çünkü
Türkiye, hâlâ bu insanların yüreğinde yaşayan bir ülke.
Kulak vermeye değer bir söz
Totaliter rejimler; tabanlarını
ahlaksızlaştırarak kendi suçlarına ortak ederler.
Hannah Arentd
&
Kirveme öğütler
Kirvem
bunu hiç aklından çıkarma;
“Hukukun kuvvetinin azaldığı yerde,
kuvvetlinin hukuku geçerli olmaya başlar”
Maurice Duaverger
&
Gelelim “Dilimde tüy bitinceye kadar”
yazacaklarıma;
“Diyarbekir 5 Nolu Cezaevi, MÜZEYE dönüştürülsün.”
“SUR İÇİ; DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIK HAVA MÜZESİ
OLSUN.”
“Sur İlçesinin adı “ESKİ DİYARBEKİR” olsun.”
“ŞEHRİN STADI, ŞEHRİN ÖZGÜRLÜK MEYDANI
OLSUN.”
Daha
da önemlisi;
YAKIP
YIKILAN BÖLGELERDE EVLER, ASLINA UYGU VE DİYARBEKİR EVLERİNE YAKIŞIR BİR
BİÇİMDE YAPILSIN.
İyi bir hafta
geçirmeniz dileğiyle.
Dostça kalın.